Welcome to Our Website

Daron Acemoğlu’nun ‘Atatürk’ sözleri tartışma yarattı

Gazeteci Fatih Altaylı’nın YouTube kanalına katılan Daron Acemoğlu’nun Mustafa Kemal Atatürk eleştirisi sosyal medyanın bir numaralı gündem maddesi oldu. Acemoğlu’nun sözleri eleştiri alırken Acemoğlu’nu destekleyen paylaşımlar da yapıldı.

Daron Acemoğlu’nun ileri sürdüğü görüşü Soner Yalçın’a sorduk. Şöyle yanıtladı:

“İnsanlar ve topluluklar gibi akademi dünyasının geçmişle ilişkilenme biçimi farklı kavramsal araçlarla incelenir. Geçmişi araştırmak sadece olmuş bitmiş bir olayı/konuyu inceleyip sınıflandırmak anlamına gelmiyor. Geçmiş biz değiştikçe yeni anlamlar kazanıyor.

Burada söz konusu olan ‘biz”im nasıl geliştiğimizdir. (Kolektif) hafızanın nasıl şekillendiği önemlidir.

Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesi ürünü üniversitelerdeki özellikle sosyal bilimler müfredatlarının özü kimlik merkezli hafızayı yeniden kurgulamaktı. Hafıza “patlaması” yaşatıldı!

Böylece geçmişte, gerçekte ne yaşandığı araştırılmasından çok bugün ona yüklenen anlam ön plana çıkarıldı!

“BU SÜRECİ PARÇALI ELE ALAMAZSINIZ”

Bu dönemin zihni yapısı küresel müfredata uygun liberal tezlerle oluştu. Bu tamamen tam bağımsızlıkçı modernist Atatürk karşıtlığı üzerine inşa edildi.

Tek örnek vereyim: İktidarın merkezileşmesi dünyada 1789 Fransız Devrimi ile başladı. Feodalizm tasfiye edildi. Ki bizim topraklarda da yaşanan bu oldu. Hayata geçirilmesi İkinci Mahmut ile başlayıp İkinci Abdülhamit ile devam etti ve Atatürk ile sağlam temellere oturtuldu.

Bu süreci parçalı ele alamazsınız. Neyse uzatmayayım.

Ama Acemoğlu’na yine de şuradan bakmakta fayda var; nitelikli hafıza tartışması yapmamıza vesile oldu.”

BÖYLE BİR YAPIDA ÇOK PARTİ KURMAK NEYİ ÇÖZECEKTİ

Yapılan paylaşımlardan bazıları şöyle:

– Tarihçi Sinan Meydan

Cevap veriyorum

Sığ ve yanlış bir tarih okuması… Acemoğlu’nun bu yakın tarih okuması ve Atatürk’e bakışı, Atatürk ve laik Cumhuriyet karşıtı İkinci Cumhuriyetçilerin, kimi liberaller ile siyasal İslamcıların temelsiz ve çarpık tezlerinin tekrarı… Yani Acemoğlu yeni bir şey söylemiyor.

Acemoğlu’nun tekrarladığı bu eski tezlere yanıt verelim:

1. “Atatürk politik sistemi açmak yerine gücü elinde merkezileştirmeye çalıştı,” diyen Acemoğlu, Türkiye’de Atatürk’ün, Cumhuriyeti kurduğu yıllardaki sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve siyasi yapıyı ve Atatürk’ün Türkiye’de bir DEVRİM yaptığı gerçeğini tamamen göz ardı ediyor.

1920’lerde 1930’ların Türkiye’sinde “politik sistemi açmak” nasıl mümkün olacaktı? Cumhuriyetin ilanını erken bulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TPCF) ile mi? TPC’yi kuranların hangisi hilafetin kaldırılmasını, hangi laikliği savunuyordu? Boğazımda padişahın ekmeği var diyen TPCF’li yok muydu? TPCF kurucuları önce saltanatın sonra hilafetin kaldırılmasına karşı çıkmadılar mı? Bir TPCF’li “Harf devrimi bizi bolşevik yapar” demedi mi?

10 yıllık savaştan çıkmış, Aydınlanma ve Sanayi devrimlerini yapmamış, yüzde 90’ı, 95’i okur-yazar bile olmayan, nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan kadınların medeni ve siyasi neredeyse hiçbir hakkının olmadığı, kadının bırakın sahneye çıkmasını, erkek doktora muayene ettirilmediği, trenlerde, vapurlarda perde ile ayrılan özel bölümlerde seyahat edebildiği, bazı yasal düzenlemelere rağmen kız çocuklarının okula gönderilmediği, ağalık, tarikat, cemaat düzeninin egemen olduğu, en yaygın eğitim-öğretim kurumunun bozulmuş, yozlaşmış medreseler olduğu, yüksek lise görünümündeki bir Darülfünun dışında bilim üreten tek bir kurumun olmadığı, nüfusunun yüzde 70’i hastalıkların pençesinde, yüzde 85’i köylerde yaşayıp ilkel yöntemlerle yapılan tarımla geçinen, biat kültürünün egemen olduğu, insanların soy adına bile sahip olmadığı, tebaanın henüz yurttaşa dönüşmediği, ulus bilincinin gelişmediği, saltanatın, hilafetin olduğu, demokratik kurumların olmadığı bir din tarım toplumunda ve Osmanlı’nın neredeyse her şeyi yabancılara bıraktığı, devletin neredeyse hiçbir şey üretemediği, borçlu ve bağımlı bir düzenden çıkış sürecinde Atatürk politik sistemi nasıl açacaktı? Çok partili demokratik sistem kurarak mı?

Böyle bir yapıda çok parti kurmak neyi çözecekti?

Yüzlerce yıllık saltanat, hilafet, medrese, tarikat, cemaat, ağalık gibi kurumların milyonlarca taraftarının olduğu, yüzde 90’ı okur-yazar olmayan, toplumun yarısından fazlasını oluşturan kadınların neredeyse hiçbir hakka sahip olmadığı bir din tarım toplumunda çok partili sistem kurmak Atatürk’ün hiçbir devrimini yapamaması demekti. Bu durumda ne saltanat ve hilafet kaldırılabilir, ne cumhuriyet ilan edilebilir, ne medreseler kapatılabilir, ne şeriat hukuku yerine laik hukuk benimsenebilir, ne kadınlara medeni ve siyasi haklar verilebilir, ne yeni harfler kabul edilebilir, ne kul bireye, tebaa yurttaşa dönüştürülebilir, ne ulus devlet kurulup kurumsallaştırılabilir, ne de akıl ve bilim temelli bir aydınlanma gerçekeştirilebilirdi. Atatürk, yüzyılın başında Türkiye’deki siyasal, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel değişimi bir devrimle gerçekleştirdi.

Atatürk, Türkiye’yi her bakımdan çağdaşlaştırıp kalkındıracak devrimi, devrime karşı olan saltanatçılarla, hilafetçilerle, ağalarla, şeyhlerle, şıhlarla, tarikatlarla, cemaatlerle, şeriat hukukunu savunan kitlelerle, emperyalist Batıya eklemlenmiş yerli yabancı ayrıcalıklı kesimlerle, Batıcı kompradorlarla yapabilir miydi? Asla!

Atatürk, bir gerçekçiydi. Toplumsal değişimin ancak bir kadronun gerçekleştireceği radikal bir devrimle mümkün olacağını gördü. Bunun için CHP’yi kurdu.

Yani, Acemoğlu’nun dediği gibi evet, Atatürk gücü merkezileştirdi, ancak Atatürk, devrimler yapmak için gücü merkezileştirdi. O devrimlerle oluşan siyasal, hukuki, kültürel, toplumsal, ekonomik altyapı sayesinde Türkiye 1945’te çok partili hayata,1950’de demokrasiye geçti. Türk demokrasi gökten zembille inmedi.

“NEDEN SİNİRLENİYORSUNUZ”

Gazeteci – Ali Yağız Baltacı

Hayır ben şunu anlamıyorum.

Bizim Atatürkçüler çok saçma ve gereksiz tepkiler gösteriyorlar. Halbuki “evet aynen öyle” diyebilmeleri gerekiyor.

Ne diyor Daron Acemoğlu?

“Atatürk merkeziyetçi bir yapı kurdu. Devrimler halka empoze edildi. Demokratik bir sistem inşa edilmedi. Çoğulcu bir yapı yoktu.”

Evet… So what?

Bu gerçeğin kendisi.

Rahatsız olacak bir şey yok.

Bilakis “evet, öyle yapması gerekiyordu öyle yaptı zira demokratik bir sistemle devrimleri tatbik etmesi mümkün olmazdı” diyebilmek gerekiyor.

Hayır arkadaşlar ne zannediyorsunuz anlamıyorum ki!

Acemoğlu’nu linç ediyorsunuz da adamın söyledikleri yanlış değil ki!

Atatürk’ü sosyal demokrat filan mı sanıyorsunuz?

Sevgi pıtırcığı gibi gezip sokak sokak demokrasi dağıttı mı sanıyorsunuz?

Neden bu söylenince sinirleniyorsunuz?

Selanikli orta sınıf bir aileden çıkmış Osmanlı Generali, ömrü cephelerde savaşlarda geçmiş, ne gençlik yaşamış ne huzur bulmuş. Memleketini kaybetmiş, ülkesi yıkılmış perişan olmuş. Vatan kurtararak kelle koltukta iktidara gelmiş, iktidarı eline geçirinceye kadar çekmediği çile, yaşamadığı zorluk, geçmediği ateş çemberi kalmamış. Bir elinde tabanca bir elinde darağacı uğraşmış durmuş.

Kayda değer bir bölümü Kurtuluş Savaşı’na bile destek vermeyen Anadolu ahalisine demokrasi armağan ederek mi yeni bir ülke inşa edecekti?

Mümkün mü bu?

Tabii ki merkeziyetçi bir yapı kurup empoze edecekti nitekim de öyle yaptı.

Bunu görmekten gocunmayın, sinirlenmeyin artık.

“TARİH 101’DEN SINIFTA KALDIN”

– Doç. Dr. Kaan Yılancıoğlu

Daron Acemoğlu iyi bir ekonomist olabilir, Nobel Ödülü almış da olabilir lakin Galatasaray Lisesi’ndeki tarih öğretmeni şu an çok üzgün!

Tarih 101’den sınıfta kaldın hoca!

Tarihi gerçekler ve durumlar, o günün tarihi şartlarında tartışılır!

ABD’de de bir düstur vardır, uzman değilsen bilmiyorum dersin geçersin!

Kusura bakma ama uzun, yanlış ve boş bir tarihi çıkarım olmuş!

Devrimler ve inkılaplar senin hayalindeki pembe demokrasi ile olamıyor!

Atatürk’ün başarısı şu an var olan tüm Müslüman ülkelerle, Türkiye’yi karşılaştırdığında dahi ortadadır!
Boş söze gerek yok…

“ATATÜRK’TEN BUNU BEKLİYOR, ASLINDA”

Yazar – Kutlu Altay Kocaova

“ATATÜRK ŞÖYLE YAPTI; BÖYLE YAPSAYDI BİÇİMİNDE BİR ANALİZ YAPILAMAZ”

– Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak

Daron hoca hepimizi gururlandıran bir başarıya imza atmış Nobel ödüllü bir iktisatçı. Temel savı da demokratikleşme, hukukun üstünlüğü gibi konuları pas geçen bir refah toplumunun kurulamayacağı. Batı gibi olabilmek için Batılıların geçtiği yollardan, süreçlerden geçmelisiniz diyor. Katılıp katılmamak ayrı ama akademik açıdan değerli bir ekolü temsil ediyor.

Lakin bir sosyal bilimci olarak bu sohbetteki iddialarına itirazlarım var zira tarih böyle okunamaz. Zamanın ruhundan, somut sosyolojik ve kültürel koşullarından, toplumsal travma ve anlatılardan, uluslararası baskı ve manipülasyonlardan, siyasi iklimden ve büyük stratejiden, ekopolitik dengelerden, hatta en mikro düzeydeki kişisel deneyimlerden vs. bağımsız olarak “Atatürk şöyle yaptı; böyle yapsaydı” biçiminde bir analiz yapılamaz. Ne tarih, ne de siyaset alanı tek düzlemde okunabilecek kadar sığ ve basit.

Doğrusu, Üniversite 1. sınıfta Siyasal’ın Maç kahvesinde daha sağlam argümanlarla tartışırdık. Bu sohbet sanırım Youtube’da geniş kitleye yönelik olarak yapıldığından en elementer düzeye çekilmiş ama Türk toplumu Amerikalılardan çok daha fazla bilgi ve analiz çeşitliliğine maruz kaldığından, bu konularda anlatana değer vermesi için derin bir yaklaşım arıyor. Apoletli de olsa anlatanda derinlik görmeyince kolay beğenmeyiz. Daron hocamıza sevgi ve saygılarımızla

“FENA BOZULDULAR”

– Siyaset bilimci Emrah Gülsunar

Belli ki Atatürkçüler, “Ben bu Nobel’i aldıysam Atatürk sayesinde” gibi 23 Nisan öğrencisi tadında açıklamalar yapmak yerine Atatürk dönemini bir sosyal bilimci olarak nesnel bir şekilde değerlendirmeye kalktığı için Daron Acemoğlu’na fena bozuldular.

Atatürk, kafasında Üçüncü Fransız Cumhuriyeti olarak resmettiği muasır medeniyete ulaşmak için önce toplumda bir kültür devrimi yapmak gerektiğine inanıyordu. Pozitivist düşüncenin etkisiyle bunun Türkiye’yi hızla Batılı ülkelerin seviyesine çıkaracağına inanmaktaydı. O yüzden demokrasi ikincildi, önce inkılâplar toplumda kök salmalıydı. Ancak Daron Acemoğlu’nun belirttiği gibi bu tür toplumu tepeden radikal bir şekilde dönüştürme çabaları çoğu zaman istenilen sonucu vermez. Bizde de verdiğini söylemek zor.

1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduktan sonra Şeyh Said İsyanı’nı bahane ederek rejimi otoriterleştirmek yerine seçme-seçilme hakkına eğitim kriterlerinin getirildiği sınırlı bir demokrasiye geçiş yapılabilse ülke için daha iyi olurdu.

“AH ACEMOĞLU AH”

– Şahan Gökbakar

“Daron Acemoğlu ekonomi dalında Nobel almış bir Türk vatandaşı olarak hepimizi gururlandırdı. Ancak tüm entelektüel liberallerin düştüğü hataya kendisi de düşüyor. Bugünün zekası ve toplumsal normlarıyla 1920’lere bakıp ahkam kesiyor. Yok efenim Atatürk daha çoğulcu olmalıymış da oymuş da buymuş da… Bunu hiç sevmiyorum. Ya Atatürk önce işgalci yabancı düşmanla, sonra da işbirlikçi iç düşmanla mücadele edip bir de üzerine cumhuriyet kurmuş. Laiklik, eğitim reformları, ekonomik kalkınma ve toplumsal değişim gibi köklü devrimler yapmış. Bütün bunları da sefalet ve imkansızlıklar içinde yapmış. Yok efendim bu değişime toplumu da katmalıymış her kesimi almalıymış da, oymuş da, buymuş da… O dönemki toplum okuma yazma oranı erkeklerde %7, kadınlarda %0.4… Nasıl yapacaksın??? Ah Acemoğlu ah!”

Dün gece Daron Acemoğlu’nun neredeyse her ailesinde en az bir ölüm, sakatlık, göç hikayesi bulunan, ağır travma geçirmiş, okuma yazma bilme oranı %2.8 olan bir toplumda, 100 sene önce Atatürk’ün devrim yöntemini eleştirme gevşekliğini anlatmaya çalıştım.

DARON ACEMOĞLU NE DEDİ

“Atatürk, o sırada politik sistemi açabilmek gibi bir elinde opsiyon olmasına rağmen tam tersini yapıyor. Elinde gücü merkezileştirmeye çalışıyor. Yani mümkün müydü gerçekten daha demokratik bir şey olması? Belki de mümkündü.

Niye? Çünkü Osmanlı’dan başlayarak, yani 1. Dünya Savaşı’ndan önceki parlamentolara bakarsanız daha çoğulcu bir sistem var. İlk, İstiklal Savaşı sırasında bile var. Ve Atatürk tabii ki bunu yapmasının nedeni belki öbür türlü savaşın efektif olmayacağını mı düşündü? Ama aynı zamanda nereden geldiği de önemli.

İttihat ve Terakki Partisi’nden geliyor ve İttihat ve Terakki Partisi… İttihat ve Terakki bir kurum olarak, bir düşünce olarak tabii ki demokrasiye çok yakın değil. Çok yukarıdan ve onun dışında bir sistem olsa, özellikle, daha muhafazakar kesimi biraz daha sistemin içine almanın başka bir yolu var mı?

Önemli olan bu konu. Çünkü yani sonuçta halka bir şeyi empoze edersen bu sonunda geri tepiyor. Yani bunun başka hiçbir yolu yok. Hiçbir yerde biz bunu empoze ettik de geri gelmedi yok. Bazı şeylerde çok o empoze, çok özel zamanlarda olursa, örneğin işte Fransa’da Napolyonik, şeyler, savaşlar zamanında, savaştan dolayı belki geçiyor. Ama onun dışında hemen hemen hiç örneği yok.

O yüzden daha baskıcı değil de daha çoğulcu bir şekilde yapmanın mümkün olduğunu düşünüyorum ben o zamanki reformların. Ve o yüzden ve bunun da çok büyük bir önemi var. Çünkü Türkiye’nin demokrasisinin problemini ben başından beri sivil toplumun çok zayıf ve gücün de devleti kim kontrol ediyorsa elinde merkezileşmesi. Atatürk’e de geri gidiyor.”

DARON ACEMOĞLU KİMDİR

Acemoğlu, 3 Eylül 1967’de İstanbul’da dünyaya geldi.

1986 yılında Galatasaray Lisesi’nden mezun olan Acemoğlu, lisans eğitimini 1989’da İngiltere’deki York Üniversitesinde tamamladı. 1990’da Londra Ekonomi ve Siyasal Bilimler Okulunda (LSE) yüksek lisansını tamamlamasının ardından 1992’de aynı üniversiteden ekonomi alanında doktorasını aldı.

ABD’deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde (MIT) Ekonomi bölümünde profesör olarak görevini sürdüren Acemoğlu, 2005’te ekonomik düşünce ve bilgiye yaptığı katkıdan ötürü John Bates Clark Madalyası’na layık görüldü.

Siyasi ekonomi, ekonomik kalkınma ve ekonomik eşitsizlik üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Acemoğlu, uzun süredir birlikte çalıştığı Simon Johnson ve James Robinson ile çok sayıda makaleye imza attı.

Acemoğlu, Robinson ile “Ulusların Düşüşü: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri” ve “Dar Koridor”, Johnson ile “İktidar ve Teknoloji: Bin Yıllık Mücadele” kitaplarını kaleme aldı.

Ulusların ekonomik ve politik gelişmeleri arasındaki farklılıkların nedenini soruşturan ve devletlerin ekonomik sonuçlarını şekillendirmede kurumların oynadığı role dikkati çeken “Ulusların Düşüşü”, akademik çevrelerde ve medyada geniş ilgi gördü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir